10 Ekim 2017 Salı

Vize için gidenlere bu kağıt veriliyor

Dün bayram nedeniyle kapalı olan ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu bugün açıldı. Vize randevusu olanlar içeri alınmazken, bu kişilere bir mesaj kağıdı veriliyor.

 Dün 'Kristof Kolomb Günü' nedeniyle kapalı olan İstanbul Konsolosluğu bugün açıldı. ABD'nin Türkiye vatandaşlarının vize başvurularını askıya alması nedeniyle daha önceden randevu alıp gelenler içeri alınmadı.
Gelenlerin arasında yer alan ve ABD'den konser için davet alan Hatay Medeniyetler Korosu üyeleri de kapıdan çevrildi. Koro üyeleri ellerine verilen ve iletişim bilgilerinin yer aldığı mesaj kağıdıyla dönmek durumunda kaldı.

MURAT ALTINDERE

3 Ekim 2017 Salı

Garantinin yarısı kadar araç geçmedi

KARAYOLLARI Genel Müdürlüğü, CHP İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel'in Başbakanlık İletişim Merkezi'ne (BİMER) başvurusu üzerine Osmangazi Köprüsü ve bağlantı yollarının 13 aylık verilerini açıkladı.

 11 Temmuz 2016'da ücretli geçişe açılan köprüyü, Temmuz 2017 sonuna kadar 7 milyon 662 bin 105 otomobil eşdeğeri araç kullandı. Köprü ve bağlantı yollarının 2016 geliri, 194 milyon 776 bin 117 lira oldu. CHP'li Adıgüzel, yap-işlet-devret projesinde 12 aylık bilançonun, garanti edilen 14 milyon 600 bin otomobil eşdeğeri geçişin yarısını bile bulmadığını belirterek, 8 milyon araçlık maliyetin Hazine'den karşılanacağını belirtti.

YILLIK HESAPLANIYOR

Osmangazi Köprüsü'nde geçiş ücreti otomobil, kamyonet ve minibüsler için 65 lira 65 kuruş, ikinci sınıf minibüs, kamyonet ve otobüsler için 105 lira 5 kuruş, üçüncü sınıf otobüsler için 124 lira 70 kuruş, dördüncü sınıf kamyonlar için 165 lira 40 kuruş, beşinci sınıf kamyonlar için 208 lira 75 kuruş ve motosikletler için 45 lira 95 kuruş olarak uygulanıyor. Köprü ve bağlantı yollarını işleten şirketlere devletin araç garantisi ise otomobil geçişine eşdeğer ücret üzerinden hesaplanıyor. Karayolları, BİMER aracılığıyla "Sözleşmeye göre 'köprü ve otoyoldaki tüm gişelerden elde edilen gelirlerin toplamı, garanti edilen araç sayılarına karşılık hesaplanan gelirden düşük olması halinde aradaki fark genel bütçeden görevli şirkete ödenecektir' maddesi gereğince senede bir defa ödenmektedir" bilgisini verdi.
MURAT ALTINDERE

6 AYDA 194 MİLYON LİRA

Verilen bilgiye göre, Osmangazi Köprüsü'nden Temmuz 2016'da 1 milyon 502 bin 420 ücretsiz, 312 bin 607 ücretli, Ağustos 2016'da 482 bin 222, Eylül 2016'da 476 bin 567, Ekim 2016'da 302 bin 86, Kasım 2016'da 278 bin 743, Aralık 2016'da 271 bin 671, Ocak 2017'de 380 bin 814, Şubat 2017'de 408 bin 856, Mart 2017'de 483 bin 885, Nisan 2017'de 546 bin 444, Mayıs 2017'de 649 bin 327, Haziran 2017'de 698 bin 352 ve Temmuz 2017'de 868 bin 111 otomobil eşdeğeri araç geçti. Buna göre köprü ve bağlantı yollarını 13 ayda 7 milyon 662 bin 105 otomobil eşdeğeri araç kullandı. 2016'da 6 aylık dönemde elde edilen gelir 194 milyon 776 bin 117 lira oldu.

CHP'li Adıgüzel, köprüden otomobil eşdeğeri araç garantisinin günlük 40 bin, yıllık 14 milyon 600 bin olduğunu, ancak 12 ayda ücretli araç sayısının 6 milyon 159 bin 685'te kaldığını vurguladı. Adıgüzel, "Geçmeyen 8 milyondan fazla aracın parası yine vatandaşın cebinden çıkacak. Yani, vatandaş talep etmediği hizmetin bedelini cebinden ödeyecek" dedi.

26 Eylül 2017 Salı

Adli sicil ve arşiv kaydı nasıl silinir? İşte tüm bilinmesi gerekenler...

5237 sayılı TCK’nun kabulüyle 765 sayılı TCK’nundan farklı bir yaptırım rejimi benimsenmiş, benimsenen bu sisteme göre belli bir suçtan mahkûmiyete bağlı olarak kişiyi ömür boyu belli haklardan yoksun bırakma yaptırımı terk edilmiştir.



5237 sayılı TCK’nun 53. maddesindeki düzenlemeye göre tüm hak yoksunlukları cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması ile ortadan kalkmaktadır. Bir mahkûmiyete bağlı hak yoksunluklarının mahkûm olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörülmüştür. Bu nedenle sadece hak yoksunluğu doğuran kesinleşmiş fakat infaz edilmemiş mahkûmiyet karar özetleri adlisicile kaydedilmektedir. Nitekim, 5352 sayılı Adli Sicil Kanuna göre, sadece kesinleşmiş mahkûmiyet hükümleri adli sicile kaydedilmektedir. Cezanın infazının tamamlanması, zamanaşımı ve genel af hallerinde adli sicildeki sabıka kaydı silinmektedir.

5352 sayılı Adli Sicil Kanuna göre, arşiv bilgileri ise, ilgilinin ölümü, kaydın girildiği tarihten 80 yıl geçmesi halinde ya da mahkeme kararı ile silinebileceği düzenlenmiş idi. Anayasa Mahkemesi; 5352 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (1) numaralı “Arşiv bilgileri, ilgilinin ölümü üzerine ve her halde kaydın girildiği tarihten itibaren seksen yılın geçmesiyle tamamen silinir.” fıkrasını 20.01.2011 tarih ve 2008/44 Esas, 2011/21 Sayılı Karar ile iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi aynı kararında, Anayasa’nın 76. maddesi ile özel kanunlarda yer alan bazı suçlara ilişkin mahkûmiyet kayıtlarını silinme kapsamı dışında tutulması ile ilgili hükmü ise, “İtiraz konusu kural, 5352 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden önce işlenmiş suçlara ilişkin mahkûmiyet kararlarının adli sicil ve arşivden silinmesini mümkün hale getirirken, Anayasa’nın 76. maddesi ile özel kanunlarda yer alan bazı suçlara ilişkin mahkumiyet kayıtlarını kapsam dışında tutmuştur. 5352 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (1) numaralı fıkrasına ilişkin gerekçelerle, itiraz konusu Geçici 2. maddenin (1) numaralı fıkrasının “Anayasanın 76 ncı maddesi ile özel kanun hükümleri saklıdır.” biçimindeki son cümlesi ve (2) numaralı fıkrasının “… Anayasanın 76 ncı maddesi ve özel kanunlarda sayılan suç ve mahkûmiyetler dışındaki kayıtlar için …” bölümü Anayasa’nın 2, 5 ve 17. maddelerine aykırı...”  olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 20.01.2011 tarih ve 2008/44 Esas, 2011/21 Sayılı Kararı Resmi Gazetenin 14 Nisan 2011 tarih ve 27905 sayılı nüshasında yayınlanmış olup, bu karar doğrultusunda TBMM tarafından çıkarılan ve 11.04.2012 tarihli Resmi Gazetede Yayımlanan 6290 sayılı Adli Sicil Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun kabul edilmiştir.

5352 sayılı Adli Sicil Kanununda yapılan yeni düzenlemeye göre:

Adlî Sicildeki Bilgiler;

Cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması,

Ceza mahkûmiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran şikâyetten vazgeçme veya etkin pişmanlık,

Ceza zamanaşımının dolması,

Genel af, halinde Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek, arşiv kaydına alınır.

Adlî sicil bilgileri, ilgilinin ölümü üzerine tamamen silinir.

Türk vatandaşları hakkında yabancı mahkemelerce verilmiş olup adlî sicile kaydedilen hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûmiyet hükümleri, kesinleştiği tarihten itibaren mahkûmiyet kararında belirtilen sürenin geçmesiyle, Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce adlî sicil kayıtlarından çıkartılarak arşiv kaydına alınır.

Adlî para cezasına mahkûmiyet hükümleri ile cezanın ertelenmesine ilişkin hükümler, adlî sicil kaydına alınmadan doğrudan arşive kaydedilir.

18 Eylül 2017 Pazartesi

BARO BAŞKANLARINDAN AYM'YE 'VEKALET ÜCRETİ' ZİYARETİ

Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Antalya Barosu Başkanı Polat Balkan, Adana Barosu Başkanı Veli Küçük ve Aydın Barosu Başkanı Gökhan Bozkurt,  karşı taraf vekalet ücretine ilişkin iptal başvurusunu görüşmeye hazırlanan Anayasa Mahkemesi'nin başkanı Zühtü Arslan'ı makamında ziyaret etti.

Baro başkanları, Prof. Dr. Zühtü Arslan'a, avukatların yasal hakkı olan karşı taraf vekalet ücretiyle ilgili Anayasa Mahkemesi'nin gündeminde bulunan iptal başvurusuna ilişkin meslektaşlarının ve baroların hassasiyetlerini ve taleplerini aktardılar.

Ziyaret hakkında bilgi veren Ankara Barosu Başkanı Canduran, Avukatlık Kanunu'nun 164. maddesinin son fıkrasında yer alan "dava sonunda kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir" şeklindeki hükmün Söke Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi'ne taşındığını anımsattı.

MURAT ALTINDERE

14 Eylül 2017 Perşembe

HAPİSHANENİN DOĞUŞU



Suçlular “suçlu” sıfatına doğuştan sahip değillerdir. Herkes gibi eşit doğarlar, fakat aldıkları hatalı-eksik eğitimle, çevrelerinin etkisiyle kötü insanlar olurlar ve suça eğilim gösterirler. Bu yüzden suçlular öldürülmemeli, iyileştirilerek topluma kazandırılmalılardı. Hapishane sistemi işte tam da bunu gerçekleştirmeyi amaçlamaktaydı.

Hapishane sistemi suçluları tamamen ıslah etmeyi amaçladığı için, suçlunun tüm kötü alışkanlıklarını, tüm kötü davranışlarını öğreniyor ve hepsini düzeltmeye çalışıyordu. Peki, hapishane sistemi tüm bunları nasıl yapmaktadır ve gerçekten başarılı olabilmekte midir?

Suçlu aynı zamanda “tehlikeli birey” olarak görülmekteydi. Hapishaneler bu yüzden onu toplumdan dışlayarak ıslah etmek için gözetim altında tutmaktadır.

Suçluyu toplumdan ayırmak ve onu eğitmek, yani insana yönelik bir eğitim sistemi doğanın isteğine karşı hareket etmek gibi bir amaca sahip olabilir mi?

Suçluları toplumdan ayırıp bir yerde birleştirmek ilerideki suç ortaklıklarına zemin hazırlamaz mı?

Suçlunun ailesi dolaylı yoldan (aileyi geçindiren bireyin hapishaneye girmesi, ailesinin gelir kaynağının olmaması) suça itilmez mi?

Hapishane suçluyu haftanın altı günü çalıştırır, geri kalan bir günü de suçluyu ahlâkî yönden eğitir.

Suçlu iktidara “ucuz işgücü” sağlamış olmaz mı?

Suçlunun girişimciler tarafından satılıp imalatçılar tarafından alınması yani suçluların köleleştirilmesi ahlâklı mıdır?

Hapishane suçluyu devamlı gözetim altında tutarak onda “iktidar” düşüncesi oluşturmaya çalışmaktadır.

Bu iktidar düşüncesi suçlunun düşüncesine "ezen-ezilen" karşıtlığı olarak girmez mi?

Bu iktidar düşüncesi koğuşlarda suçluların birbirleri üzerinde "iktidar" oluşturmalarına sebep olmaz mı?

     Suçlunun hapisten çıktıktan sonra yeni suçlar işlememesi için ona iş öğretiliyordu. Suçluya çalışmasının karşılığı olarak “ödül (para)” veriliyordu. Bu ödülle suçluda “mülkiyete saygı” ve daha çok çalışıp daha çok kazanma “hırsı” oluşturulmak isteniyordu.

   Suçluların hapishaneden çıktıktan sonra iş bulamamaları; “suçlu pasaportu”  bulunan kimsenin işverenler tarafından tercih edilmemesi suçluyu tekrar suça teşvik etmez mi?

  Suçluların ıslah edildiğine karar verme görevi hapishanenin kendisine düşüyordu. En çok da gardiyanlara. Gardiyanlar hapishanelere denetimi sağlamak için gelen müfettişlere suçlu hakkında bilgi veriyordu. Bu da suçlunun ıslah edilmişlik düzeyini belirliyordu. Suçlunun ıslah edilmişlik düzeyi, hapis cezasının süresini artırabiliyor, azaltabiliyordu.

      Hapishane yönetimindeki bu görev keyfi uygulamalara sebep olmaz mı?

      Görüldüğü gibi hapishane sistemi birçok sorun yaratmaktadır. “Hapishane tasarruf edilmesi olanaksız ve nefret verici bir kurumdur.” Buna rağmen hapishanenin kabul görmesi, ona benzeyen kurumların devam etmesi (okullar, hastaneler, atölyeler, ordu gibi) sayesinde olmuştur.

     Suç tarih boyunca gelişmenin bir parçası olmuştur. Galileo Dünya’nın yuvarlak olduğunu söylerken suç işlemişti. Bugün “iyi” dediğimiz (yasal bulduğumuz, normal gördüğümüz) burjuva iktidarı, dün hükümranın yasalarına uymayan görüşlere sahip olduğu için “kötü”ydü ve yasal olmayan şekilde hükümranlığa son vermişti. Belki de bugün yasal olarak görmediğimiz düşüncelere sahip “kötü” diye nitelendirdiğimiz bazı insanlar yarın “iyi” bir düzeni kuracaklar. Bu durumda bugün yasal olmayanı “kötü” diye nitelendirip onu cezaya tabi tutmak ne kadar ilericidir?

Hapishane Sisteminin Toplumsallaşması

Bir şölen olarak cezalandırmadan hapishanede ıslah etmeye yönelik kırılma, daha sonra hapishane dışındakilerin de gözetlenmesiyle sonuçlanmıştır. Burada hapishaneler, bir nevi laboratuar işlevi görmüştür.

Hapishanelerdeki gözetleme pratiklerinin mimarî biçimi, daha sonra toplumsal bir nitelik de kazanan panoptikon tarzı gözetlemede ifadesini bulmaktadır. Aşağıdaki resimden de anlaşılabileceği üzere panoptikon, merkezî bir noktada konuşlandırılan bir gözetleme kulesi ve bu kulenin etrafında kümelenen yaşamlar olarak kısaca ifade edilebilir. Panoptik gözetlemenin esprisi, gözetleme kulesinde yaşamları gözetleyenlerin kendilerinin gözetlenenlerce görünmemesi ancak gözetlenenlerin kendilerini gözetleyenleri görmemelerine rağmen yani o an gözetlenip gözetlenmediklerini bilmemelerine rağmen genel olarak gözetlendiklerini bilmeleri nedeniyle davranışlarında norma uygun davranmalarının sağlanması olarak ortaya çıkar.



Toplumun tamamı üzerinde hapishaneyi andıran bir gözetleme pratiğinin sergilenmesi, esas olarak, toplumun tehlikeli bireylerden korunması gerekçesiyle temellendirilmiş bunun ardında yatan asıl neden ise genel bir güvenliğin sağlanması kaygısı olmuştur. Burada da söz konusu olan, mimari bir biçim olan panoptikonun idari ve yönetimsel bir strateji haline gelmesidir.

Gündelik yaşamımızda dört duvar arasında olmaktan ibaret kalmayan hapsedilişimiz, Foucault'ya göre, polis erkinin gözetleyici ve denetleyici pratikleri vesilesiyle gerçekleşmektedir.

Polis bu denetlemeyi ve gözetlemeyi, bir yandan, hapishaneyi kendi muhbirleri için bir eğitim kurumu gibi kullanarak yapmaktadır. Hapisten çıkan suçluları muhbir, hafiye, tahrikçi olarak kullanmaktadır. Mesela 19. yy.’da hoşgörü evlerini ele alalım. Polis genelevlere karşı çıkmış, fahişeleri hoşgörü evlerine kapatmaya çalışmıştır. Bunu muhbirleri aracılığıyla gerçekleştirmiş; hoşgörü evleri sayesinde denetimi ve kârı sağlamıştır. Yani polis iktidarın yasadışılıkları sömürmek ve yönetmek için kullandığı araç olmuştur.

Polisin gözetlemek ve denetlemek için mahkûmları kullanışı siyaset alanında da olmaktadır. Mahkûmlar aracılığıyla, siyasal partiler ve işçi birliklerinde propaganda çekirdekleri kurmakta, grevcilere ve ayaklananlara karşı çeteler oluşturmakta, yani bir alt polis örgütü kurmaktadır. İktidar grevlerde ve ayaklanmalarda mahkûmları kullanarak “işte bu insanlar bu grevleri sürdürenler, başlatanlar” diyerek toplum karşısında kendisini haklı çıkarmaya çalışmaktadır.

İktidar polis aracılığıyla diğer bir yandan da kendi çıkarlarına ters düşenleri tespit ettirmekte ve cezalandırmaktadır. İktidar grev yapan işçileri kamu hukuku suçları kapsamında cezalandırmakta ve çoğu zaman işçileri hırsızlardan daha kötü muamelelere maruz bırakmaktadır. Bu kamu suçlularını diğer suçlularla eş tutmakta, diğer suçlularla aynı ortamı paylaştırmaktadır. Aynı şeyi siyasi suçlular konusunda da yapmaktadır. Bir gazeteciyi bir katil ile aynı koğuşa koymaktadır.  Hapishane dışarısındaki muhaliflerini de bu uygulamalarla korkutarak yok etmeye, bastırmaya çalışmaktadır.


Tüm bunların yanı sıra, “tehlikeli birey” üretim makineleri olarak da çalışan hapishanelerde “yetişen” suçlular toplum içine tekrar salındığında, popüler ve kulağa hoş gelen ifadeyle “topluma kazandırıldıklarında” polisin bu “tehlike”ye karşı varlığının meşrulaştırılması da söz konusu olabilmiştir. Bir tehlikeli mi var; olsun, polis burada! Bir deli mi var; olsun, polis onun işini bitirecektir! Bir hasta mı var; olsun, polis onu hekime götürecek ve bizleri koruyacaktır! Tüm bu meşrulaştırıcı söylemler, aynı zamanda, normalleştirici bir yönetimsel aklın göstergeleridir: 

“Korunmaya ihtiyacınız var ve biz sizi koruyoruz. Ve, size bir ‘iyi-yaşam’ sunuyoruz; buyrun yaşayın!”

13 Eylül 2017 Çarşamba

'Hukuk fakültesi sayısındaki artış önemli riskler doğurdu'


Yargıtay Başkanı Cirit, Adli Yıl Açılış Töreni'ndeki konuşmasında, "Hukuk fakültelerinin sayısında, son yıllarda yaşanan olağanüstü artış, hukuk sistemimiz bakımından önemli riskler doğurmuştur. Bu risklerin en büyüğü, yetersiz hukuk eğitimi alan kişilerin hakim ve cumhuriyet savcısı olmasıdır. Temel hukuk eğitiminin yetersiz olması, meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerin verimini de düşürmektedir. Bu durum, hatalı karar sayısını artırarak, adli hizmetlerin kalitesinin düşmesine neden olmaktadır" dedi.

Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, dün, 2017-2018 Adli Yılı Açılış Töreni'nde konuştu.
MURAT ALTINDERE

"İYİ HUKUKÇULAR YETİŞTİREMEZSEK..."

Genel eğitim ve hukuk eğitimindeki yetersizliklerin, adli hizmetlerin kalitesini olumsuz etkilediğini dile getiren Cirit, "Bir hukukçunun insan hakları, insan sevgisi, demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerlerine sıkı sıkıya bağlı kalarak, objektif olması, analitik düşünmesi, sorgulama yeteneğinin bulunması, olayları kuşkuyla süzebilmesi gerekir. Bu niteliklerin, temel eğitim aşamasında bireylere kazandırılması zorunluluktur. Aksi halde hukuk eğitimi ne kadar iyi verilirse verilsin arzulanan ölçüde, kaliteli ve iyi hukukçuların yetişmesi mümkün olmayacaktır. Düşünmeyen, sorgulamayan, araştırmayan, ezbere dayalı bir temel eğitim üzerine iyi bir hukuk yönetimi inşa etmemiz mümkün değildir. Kaliteli hukuk sistemi için iyi uygulamacılara ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. İyi hukukçular yetiştiremezsek hangi sistemi getirirsek getirelim, başarılı sonuçlar elde edemeyeceğimizin farkında olmamız gerekir" diye konuştu.

"RİSKLERİN EN BÜYÜĞÜ, YETERSİZ EĞİTİM ALAN KİŞİLERİN HAKİM VE CUMHURİYET SAVCISI OLMASI"

Hukuk fakültelerinin sayısındaki artışa da değinen Yargıtay Başkanı Cirit, şöyle devam etti: "Adli hizmetlerin kalitesinin sağlanması bakımından önemli bir faktör de etkili bir hukuk eğitimidir. Lisans, lisansüstü, doktora eğitimlerinin yanında meslek öncesi, meslek içi eğitimin belli bir standardın ve kalitenin üzerinde olması gerekir. Hukuk fakültelerinin sayısında, son yıllarda yaşanan olağanüstü artış, kanaatimce 85 hukuk fakültesi ve bir kısmı da beklemekte, hukuk sistemimiz bakımından önemli riskler doğurmuştur. Bu risklerin en büyüğü, yetersiz hukuk eğitimi alan kişilerin hakim ve cumhuriyet savcısı olmasıdır. Temel hukuk eğitiminin yetersiz olması, meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerin verimini de düşürmektedir. Bu durum, hatalı karar sayısını artırarak, adli hizmetlerin kalitesinin düşmesine neden olmaktadır. Önerimiz olarak, hukuk fakültelerinin lisans eğitiminin 5 yıl olması, birinci sınıflarda hukuk sosyolojisi, hukuk tarihi, hukuk felsefesi, Türkçe dil bilgisi derslerinin zorunlu olarak okutulmasının hukuk eğitiminin kalitesini artırması bakımından yararlı olacağını düşünmekteyiz"

5 Eylül 2017 Salı

Avukat, vekalet ücretine karşılık, müvekkilinin icra dosya alacağını temlik alabilir mi?






MURAT ALTINDERE
Bu soruya, temlik edilmek istenen icra dosyasında avukatın vekil olup olmadığına göre cevap vermek gerekecektir. Şöyle ki; 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 47. maddesi, “Çekişmeli hakları edinme yasağı” başlıklı olup, madde metnine göre “Avukat, el koyduğu işlere ait çekişmeli hakları edinmekten veya bunların edinilmesine aracılıktan yasaklıdır. Bu yasak, işin sona ermesinden itibaren bir yıl sürer. “ Avukatlık Kanunu’un 164. madddesinin 3. fıkrasında yer alan , “…dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.” hükmü gereği, ayrıca avukatın, dava sonucuna katılma yasağı da bulunmaktadır. Sonuç olarak; eğer avukat, temlik edilmek istenen icra dosyasında vekil ise, işin sona ermesinden bir yıl geçmedikçe, çekişmeli hakları edinme yasağı uyarınca, icra dosya alacağını temlik alamayacaktır. Vekalet ücreti karşılığı temlik edilmek istenen icra dosyasında, avukatın vekil olmaması halinde ise, vekalet ücretine karşılık müvekkilinin icra dosya alacağını temlik almasında herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır.

MURAT ALTINDERE

25 Ağustos 2017 Cuma

Son Çare Olarak Yemin Delili




6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 225 ve devamı maddelerinde düzenlenen yemin delili, hukuk sisteminin bir bütün olarak ele alındığında, göz ardı edilebilecek belki de çoğumuzun dilekçelerinde yer vermediği bir delildir. Kanunda kesin deliller arasında gösterilmesi , yemin delilinin  kullanımı açısından çok önemlidir.
Kişinin kendisinden kaynaklanan bir vakıa” nın kanıtlanması için, karşı tarafın bir başka delili yoksa ya da sunmuş olduğu delil, mahkemece yeterli görülmez ise, karşı taraf, bu kişiye yemin teklif edebilir.
HMK 225/1 maddesi yeminin ancak kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalar için edilebileceğini hükme bağlamıştır. Aynı madde, son cümlesinde “Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır” hükmüne yer vererek, yeminin sınırlarını belirlemeye çalışmıştır.
Bir vakıanın yalnızca karşı tarafın kendisinden kaynaklanmış olması ona yemin teklif etmek için yeterli değildir. Aynı zamanda, bu vakıanın, davanın çözümü açısından önemli olması ve çekişmeli vakıalar arasında bulunması gerekmektedir. HMK 232/1 maddesi ve kurumun yapısı gereği ancak tarafa teklif edilir.
Unutulmaması gerekli bir konu, yeminin bir vakıa için edilmiş olmasıdır. Yemin kesin delil niteliğinde olmasına rağmen, sadece yemine konu vakıayı aydınlattığından ötürü, davanın kazanılması ya da kaybedilmesi anlamına gelmez. Sadece, davanın sonucuna etki eden vakıalardan birini çekişmeli olmaktan çıkarır.
Yemin delilinin, dilekçelerimizin deliller kısmında açıkça belirtilmesi gerekmektedir. Yargıtayın bir kararında : “6100 sayılı HMK’nun 119/f maddesinin açık hükmü karşısında dava dilekçesindeki “vs.delil” ibaresinin yemin delilini de kapsadığı kabul edilemez. O halde mahkemece hükmüne uyulan bozma kapsamında bulunmayan, dava dilekçesindeki deliller içeresinde de yer olmayan icapsız yemine ilişkin davetiyeye icabet edilmediği gerekçesi ile yazılı şekilde hüküm kurulması usule yasaya ve usuli kazanılmış hak kuralına aykırı olup hükmün bozulması gerekmiştir.19. Hukuk Dairesi 2014/9471 E. , 2014/13860 K.•”  
Yemin deliline açık bir şekilde dayandığımızı belirtiğimiz takdirde, mahkeme kararından önce yemin teklifini hatırlatmakla yükümlüdür. “Bir vakıayı ispat yükü kendisine düşen taraf o vakıayı başka delillerle ispat edemezse diğer tarafa yemin teklif eder. Yemin teklifini ispat yükü kendisine düşen taraf yapar. Yemin teklifine dayanan taraf bunu dava dilekçesinde veya cevap dilekçesinde açıkça belirtmesi gerekir. Mahkeme ancak bu halde (dava dilekçesinde veya cevap lahiyasında yemin deliline dayanıldığının bildirilmesi halinde) yemin teklifini hatırlatmakla yükümlüdür.3. Hukuk Dairesi 2015/12261 E. , 2015/19517 K.” 
Yemin delili neticesinde kazanılan dava sayısı bir elin parmağını geçmese de yemin deliline dilekçelerimizde dayanacaksak bunu açık bir şekilde belirtmemiz gerekmektedir. Velhasıl güzel bir alıntı ile yazımızı sonlandıralım  :
“Büyük bir kısmının, namus, şeref ve kutsal değerler üzerine, maddi menfaat uğruna yemin edebilen bir toplumun, “yeminden kim ölmüş” mantığıyla hareket ediyor olması, elinde iddiasını ispat için yeterli delil bulunmayan kişilerin, hukuk mahkemelerinde haklarına kavuşamaması sonucunu doğurmaktadır. Bu noktada hatayı, insanın biraz da kendisinde araması gerektiğini düşünüyoruz. İnsanlar, magazin haberleri okumaya ayırdıkları vakitlerinin onda birini hukuk öğrenmeye ayırsalar, ihtilaf doğmadan önce önleyici hukuk hizmeti alsalar, ne iddialarını ispatta mahkemede sorun yaşarlar, ne de karşı tarafı namus ve şeref üzerine yalan yere yemin etmek zorunda bırakırlar. Kaldı ki, borçlu olduğu halde, bunu vekili vasıtası ile veya bizzat inkar eden tarafın, duruşmada yemin etse de, etmese de, bunun vicdani yükümlülüğünü üzerine aldığı da bir gerçek. İnsanlarımız, yalan yere yemin etmeyecek kadar zaten dürüst olsalardı, kimse kimsenin hakkına göz dikmez, insanlar borçlarına sadık olur, dolayısı ile olay da yargıya intikal etmeden çözülürdü… Siz, tedbirinizi zamanında alın ki, hakkınıza kavuşmanız,  karşı tarafın vicdanına kalmasın…”

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı Ve Sonuçları

Sanık hakkında yapılan yargılama sonucunda suçunun sabit olması, diğer bir deyişle mahkumiyet hükmü için gerekli koşullarının mevcut olması durumunda bir mahkumiyet hükmü kurulur. Kurulan mahkumiyet hükmünde ulaşılan sonuç ceza 2 yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olmamış olması gerekir. Sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, suç işlemesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın giderilmesi ve sanığın kurumun uygulanmasına açıkça karşı çıkmaması durumunda kurulan mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı verilebilir.
Hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararı, 
içinde, açıklanması koşullu olarak geri bırakılan mahkumiyet hükmünü barındıran bir karardır. İçinde mahkumiyet hükmü barındırmayan bir hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilemez. Hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte yargılama sona ermemekte, koşullu olarak durmaktadır. Sanığa bu durumun sonucu olarak belli bir denetim süresi tanınmıştır. Bu süre içinde denetimli serbestlik tedbiri olarak adlandırılan belli yükümlüklerle de yüklenebilmektedir. Bu sürenin iyi halli olarak geçirilmesi durumunda mahkumiyet hükmünden, dolayısıyla cezadan kurtulması olanaklıdır. Aksi takdirde, geri bırakılan mahkumiyet hükmü açıklanır ve bu karar kesinleşmesiyle sanık hükümlü hale gelir.
Sanığın, hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararının sağladığı ödüllendirmeden yararlanabilmesi için belli koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlar, sanığın olumlu veya olumsuz davranışlarıyla doğrudan ilişkilidir. Olumlu, iyi davranış sergileyen sanık hakkında, hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşürülmesi, aksi takdirde hükmünün açıklanması yoluna gidilir.
Hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararının sonuçları üzerinde genel olarak sanığın iki tür davranışı etki eder. Bunlardan birincisi, sanığın denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işleyip işlememesi; ikincisi ise, denetimli serbestlik tedbiri uygulandığında yükümlülüklere uyup uymamasıdır. Mahkeme, bu iki hususa bakarak, davanın düşmesine veya geri bırakılan hükmün açıklanmasına karar verir.
Denetim dönemi içinde sanığa belirli bir süre denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak belli yükümlülük altında bulundurulmasına karar verilebilir. Böyle bir durumda sanığın yükümlülüklere uymaması, hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararının doğuracağı hukuki sonuç üzerine doğrudan etki eder. Yükümlülüklere uyulması halinde sanık iyi halli kabul edilir ve hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine, aksi takdirde mahkumiyet hükmünün açıklanmasına karar verilir.
SONUÇ
5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde yer alan hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, cezanın kişiye uydurularak bireyselleştirilmesine olanak sağlayan, cezalar sistemini tamamlayan, denetim süresinin iyi halli geçirilmesi durumunda hükmün açıklanması yoluyla muhakemenin kaldığı yerden devamına olanak sağlayan, kişi için bir hak değil uygulanması hakimin takdirine dayanan, yer aldığı yasa, uygulanma biçimi ve muhakeme sürecini doğrudan sonlandırmayan yönleri itibariyle muhakeme hukuku kurumu niteliği olan, kamu davasının düşmesine yol açarak devletle birey arasındaki ceza ilişkisinin son bulmasına neden olması bakımından kendine özgü bir kurumdur.
Ceza yargılamalarında, mahkemeler tarafından sıklıkla kullanılan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, ceza adalet sistemi içerisinde ilk günden bu yana fazlaca olumlu görüşler almıştır. Kurumun mahkum olacak çocuklar ve yetişkinler için belli suç tiplerinde söz konusu olması açısından ceza hukuk sistematiğince olumlu sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Mahkum olacak kişilerin ıslah edilmesi yolunu toplum içerisinde gerçekleştirmesi ve bu sürenin belli bir denetim süresine bağlanması ise kurumun dengeli bir yaklaşım ile düzenlendiğini göstermektedir. Yine denetim süresi içerisinde sanıkların, kanunda belirtilen şartlara uygun şekilde hareket etmemesinin sonucu olarak, mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının devreye girecek olması ise sanığın denetim süresini iyi halli olarak gerçekleştirmesi yönünde bir ihtar olarak kabul edilmesi gerekir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunu, diğer bireyselleştirme kurumlardan ayıran temel fark ise sanık bakımından bir adli sicil kaydının oluşmasının önlenmesidir. Sanık, mahkeme tarafından almış olduğu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı sonucunda, yetişkinler için 5 yıllık süre içerisinde açıklanmayan karar sicile işlemez fakat sanığın denetimlilik süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemesi söz konusu olması halinde sanık hakkında mahkeme tarafından hüküm açıklanır ve adli sicil kaydına işler. Kurumun bu yaklaşımıyla, yaşamında ilk defa suç işleyen kişilerin damgalanmadan ceza ve muhakeme sistemi dışına çıkartılması, yeniden suç işleme eğilimine girmelerini önleyici sonuç doğuracaktır.
Kurumun sanıklar tarafından uygulanması için zararın giderilmesi koşulu ise suçtan zarar gören kişiler içinde bir fırsattır. Şöyle ki, ceza yargılamalarına konu olan malvarlığına ilişkin suçları ele aldığımızda, suçtan zarar görenlerin açılmış bir ceza davasında zarar gördükleri ispatlansa dahi maddi açıdan herhangi bir kazanımı olmayacaktır. Bu nedenle bu kişilerin ayrıca sanıklar hakkında hukuk yargılamasına başvurması gerekecektir. Fakat sanık yargılandığı mahkeme nezdinde suçtan zarar görenlerin zararını karşılaması ile hem bu şahısların zararı hızlı bir şekilde giderilmiş olacak hem de sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı uygulanması hali söz konusu olabilecektir.
İyi bir ceza adaleti, yalnızca yasalar ile meydana gelmesi söz konusu olamaz. Uygulamada, yasaların nasıl ve ne şekilde uygulandığı da çok önemlidir. Özellikle ceza yargılamalarında, yargılamayı yürüten hakimler fazlaca takdir yetkisine sahiptir. Bakıldığında kanunda bir suç için verilecek cezanın alt ve üst sınırları belirlenmiş olup bu sınırlar doğrultusunda hakimlerin kararı verdiğini görmekteyiz. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, uygulanıp uygulanmayacağı açısından yine hakimlerin takdirine bırakılmış bir kurumdur. Yargılama sırasında sanık hakkında oluşacak kanaat yine hakim tarafından gözlemlendiği için kurumun uygulanması için belirleyici unsur olarak davayı yürüten mahkeme hakimi öne çıkmaktadır. Bu nedenle kurumun uygulanması açısından hakime fazlaca takdir yetkisi verilmesi yönünden eleştirilmesi söz konusu olsa da ceza yargılaması açısından sanıklar adına fazlaca yararlı bir kurumdur.
Uygulamada mahkemeler tarafından sıklıkla kullanılan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, bu nedenle, ileri ki yıllarda uygulanış açısından ceza üst sınırının arttırılması hususunda görüşlerin ortaya çıkmasına vesile olacaktır.

TÜKETİCİ HUKUKUNDA MESAFELİ SÖZLEŞMELERDEN KAYNAKLANAN DAVALAR

Mesafeli sözleşme; satıcı veya sağlayıcı ile tüketicinin eş zamanlı fiziksel varlığı olmaksızın, mal veya hizmetlerin uzaktan pazarlanmasına yönelik olarak oluşturulmuş bir sistem çerçevesinde, taraflar arasında sözleşmenin kurulduğu ana kadar ve kurulduğu an da dahil olmak üzere uzaktan iletişim araçlarının kullanılması suretiyle kurulan sözleşmeleri ifade eder.
Mesafeli sözleşmenin konusunu oluşturan mal veya hizmet değeri 2016 yılı için 3.480,00 TL’nin altında ise ‘’Tüketici Hakem Heyeti’’ görevlidir. (İl tüketici hakem heyeti görev sınırı 3.480,00 TL; İlçe Tüketici Hakem Heyeti görev sınırı 2.320,00 TL’dir.) Parasal sınırlar her yılın başlangıç tarihinde değişmektedir. Örneğin 2017 yılı için parasal sınırlar şöyledir:
  • 2.400,00 TL altında olan başvurular, İlçe Tüketici Hakem Heyetlerine,
  • 2.400,00 TL ile 3.610,00 TL arasındaki uyuşmazlıklarda, İl Tüketici Hakem Heyetlerine,
  • 3.610,00 TL üzerinde olan uyuşmazlıklarda ise, Tüketici Mahkemeleri,
görevli olacaktır.
Mesafeli sözleşmeden kaynaklı olarak Tüketici mahkemesinde dava açacak olanlar, davalarını davalının, dava tarihindeki yerleşim yerinde bulunan Tüketici mahkemesinde davasını açmaları gerekmektedir. Ayrıca, tüketiciler bu davaları, 6502 sayılı kanun gereğince, kendi yerleşim yerlerinde de açabileceklerdir. Tüketici Hakem Heyetlerine başvuracak tüketiciler, kendi yerleşim yerinde bulunan Tüketici Hakem Heyetlerine veya işlemin yapıldığı yerdeki Tüketici Hakem Heyetlerine başvuruda bulunabileceklerdir.

İnternet Aracılığıyla Yapılan Alışverişlerde Tüketici Hakları
Yukarıda izahını yapmaya çalıştığımız mesafeli sözleşmeler, internet üzerinden yapılan alışveriş işlemlerini kapsamaktadır. İnternet üzerinden bir mal alınması halinde, mal satışında satıcı ve alıcı bir araya gelmemiş, alıcı malı fiziksel olarak, göremeden malın fotoğraflarına, videosuna bakarak kararını vermiştir. Bu nedenle de alıcıların yanıltılması, iradelerinin fesada uğratılması olasılığı bulunmaktadır.
Mesafeli sözleşmeler kapsamında aslında ortada sözleşme mevcuttur. Ancak; bu sözleşme, sözleşmenin tarafları bir araya gelmedikleri için ıslak imza ile imzalanmaz. Tüketici, sözleşme için hangi iletişim aracını kullanıyor ise o yolla sözleşme koşullarını onaylayıp, kabul etmekle sözleşme kurulmuş olur. Tüketicinin sözleşme koşullarını kabul edip siparişi onayladığı takdirde ödeme yükümlülüğü altına girdiğini kabul etmesi gerekmektedir. Bu hususun satıcı-sağlayacağı tarafından tüketiciye ön bilgilendirme şeklinde yapılması gerekir. Satıcı veya sağlayıcı, tüketicinin siparişinin kendisine ulaştığı andan itibaren taahhüt edilen süre içerisinde edimini yerine getirir. Mal satışlarında bu süre her halükarda 30 günü geçemez. Satıcı veya sağlayıcının bu süre içerisinde edimini yerine getirmemesi durumunda tüketici sözleşmeyi feshedebilir. Tüketici, 14 gün içerisinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin sözleşmeden cayma hakkına sahiptir. Cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin bu süre içinde satıcı veya sağlayıcıya yöneltmiş olması yeterlidir. Gerek ön bilgilendirmenin yapıldığını, gerek cayma hakkının tüketiciye hatırlatıldığını ispat yükü, satıcı-sağlayıcıya aittir.
Tüketicinin Sözleşmeden Cayma Hakkı
Mesafeli satışlarda tüketici, 14 gün içerisinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin sözleşmeden cayma hakkına sahiptir. Cayma hakkı süresi, hizmet ifasına ilişkin sözleşmelerde sözleşmenin kurulduğu gün; mal teslimine ilişkin sözleşmelerde ise tüketicinin malı teslim aldığı gün başlar. Cayma hakkının kullanılmasında tüketici, cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin cayma hakkı süresi dolmadan, yazılı olarak atıcı veya sağlayıcıya yöneltilmesi yeterlidir.
Satıcı veya sağlayıcı, tüketicinin cayma hakkını kullandığına ilişkin bildirimin kendisine ulaştığı tarihten itibaren 14 gün içerisinde, varsa malın tüketiciye teslim masraflar da dahil olmak üzere tahsil edilen tüm ödemeleri iade etmekle yükümlüdür. Ayrıca cayma hakkının kullanımında satıcının iade için belirttiği taşıyıcı aracılığıyla malın geri gönderilmesi halinde, tüketici iadeye ilişkin masraflardan sorumlu tutulamaz.
Satıcı veya sağlatıcı malı kendisinin geri alacağına dair bir teklifte bulunmadıkça tüketici cayma hakkını kullandığına ilişkin bildirimi yönettiği tarihten itibaren 10 gün içinde malı, satıcı veya sağlayıcı ya da yetkilendirmiş olduğu kişiye geri göndermek zorundadır.
Tüketici cayma süresi içerisinde malı, işleyişine, teknik özelliklerine ve kullanım talimatlarına uygun bir şekilde kullandığı takdirde meydana gelen değişiklik ve bozulmalardan sorumlu değildir. Yani cayma hakkının kullanılabilmesi için malın ambalajının açılmamış olması gibi bir koşul mevcut değildir. Ancak ambalajı açılmakla içindeki verilere ulaşılabilmesi, verilerin kopyalanması ve o mal olmaksızın yararlanmanın söz konusu olabileceği haller saklıdır.

Nasıl Hakim - Savcı Olunur?


Günümüzde popüler devlet memurluklarının başında hakim ve savcılık meslekleri gelmektedir. Öncelikle kısaca bu meslekleri açıklama gereği duymaktayım.
Savcı, suç işlendiğine dair haberin kendisine ulaşması ile devlet adına araştırma ve soruşturma yapan, kamu davasının açılmasını gerektiren şartların mevcudiyeti halinde dava açan ve yürüten, mahkemelerin vermiş olduğu kararları yerine getiren ve kanunla kendisine verilmiş olan görevleri yapma durumunda olan, yargı erki içinde yer alan ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununa tabi olan devlet görevlileridir. Savcılar, ceza yargılamalarında iddia makamı adına hizmet etmektedirler.
Hakim, davalara bakıp hüküm vermek, suçluları cezalandırmak, kısacası kanunları uygulayarak adaleti gerçekleştirmekle yükümlüdürler. Kanunla kendisine verilmiş olan görevleri yapma durumunda olan, yargı erki içinde yer alan ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununa tabi olan devlet görevlileridir. 
Her ne kadar görevlerinde bu şekilde farklılık olsa da, bir kişinin hâkim yahut savcı olması aşağı yukarı benzer şekilde gerçekleşmektedir. Bu yazımda hakimlik ve savcılık mesleğine giriş sürecini açıklayacağım.
         Hakim ve savcı olabilmek için aranan koşullar 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda düzenlenmiştir, kanunun Adaylık Dönemi başlıklı İkinci Kısımda yer alan Birinci Bölümünde, bu hususlara ilişkin hükümler yer almaktadır. 
Kanunun 7 inci maddesinde, hakimlik ve savcılık mesleğine atanmanın ön şartı olarak, kanunda belirlenen niteliklere sahip olmak ve adaylık sürecini başarıyla tamamlamak getirilmiştir.
Adaylarda Aranan Nitelikler
         Adaylığa atanabilmek için bireylerde aranan nitelikler, 2802 Sayılı Kanunu 8 inci maddede düzenlenmiştir. Maddeye göre adaylarda aranan nitelikler;
1) Türk vatandaşı olmak,
2) Giriş sınavının yapıldığı tarih itibarıyla otuzbeş yaşını doldurmamış olmak,
3) Adli yargı adayları için; hukuk fakültesinden mezun olmak veya yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye‘deki hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava girip başarı belgesi almış bulunmak,
4) Kamu haklarından yasaklı olmamak,
5) Askerlik durumu itibariyle askerlikle ilgisi bulunmamak veya muvazzaflık hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedeğe geçirilmiş olmak,
6) Hakimlik ve savcılık görevlerini sürekli olarak yurdun her yerinde yapmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı veya sakatlığı, alışılmışın dışında çevrenin yadırgayacağı şekilde konuşma ve organlarının hareketini kontrol zorluğu çekmek gibi özürlü durumları bulunmamak,
7) Taksirli suçlar hariç olmak üzere, üç aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı bir suçtan veya kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak veya bu suçlardan veya taksirli suçlar hariç olmak üzere üç aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir fiilden dolayı soruşturma veya kovuşturma altında olmamak.
8) Yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarı göstermek,
9) Hakimlik ve savcılık mesleğine yakışmayacak tutum ve davranışlarda bulunmamış olmak,
10) Avukatlık mesleğinden adaylığa geçmek isteyenler için; yukarıdaki (ı) bendi hariç diğer şartları taşımakla birlikte, mesleklerinde fiilen en az beş yıl çalışmış, giriş sınavının yapıldığı tarih itibariyle kırkbeş yaşını doldurmamış ve kendi aralarında yapılacak olan yazılı yarışma sınavında ve mülâkatta başarılı olmaktır.
Yazılı Sınav
         Kanunun 8 inci maddesinde belirtilen niteliklere sahip olan hakim, savcı adayları 2802 Sayılı Kanunun 9/A maddesi uyarınca, Adalet Bakanlığınca belirlenen kontenjanlara istinaden, ÖSYM tarafından yapılan sınava tabi tutulur. Sınav; genel yetenek ve genel kültür ile alan bilgisi bölümlerini içermektedir. Genel Yetenek ve Genel Kültür kısmı Matematik, Türkçe, Türk Kültür ve Medeniyetleri, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi ve Temel Yurttaşlık Bilgisi konularından sorular içermektedir. Alan Bilgisi kısmında ise  Anayasa Hukuku, Medenî Hukuk, Borçlar Hukuku, Hukuk Yargılama Usulü, İcra ve İflâs Hukuku, Ticaret Hukuku,  Ceza Hukuku, Ceza Yargılama Usulü, İdarî Yargılama Usulü ve İdare Hukuku konularından sorular bulunmaktadır. İdarî yargıda ise; anayasa hukuku, idare hukuku, idarî yargılama usulü,  hukuk yargılama usulü, borçlar hukuku (genel hükümler), medenî hukuk, ceza hukuku (genel hükümler), vergi hukuku, vergi usul hukuku ve maliye-ekonomi,konularını kapsayan alan bilgisi sorularından yapılır.
Sınav, 100 tam puan üzerinden değerlendirilir ve aslen 70 puan barajı mevcuttur. Bu kapsamda 70 puan barajının altında kalan adaylar, başarısız sayılacaktır. Sözkonusu sınav için açıklanan kontenjan sayısının iki katı kadar aday, puan barajı ile sınırlı kalmak kaydıyla en yüksek puanı yapan adaydan başlayarak mülakata katılmaya hak kazanacaktır. Ancak, 2.1.2017 tarihli 680 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ıncı maddesi ile söz konusu puan barajı mülga edilmiştir. Bu kapsamda mevcut olağanüstü hal dönemi süresince puan barajı söz konusu olmayacak, açıklanan kontenjanın iki katı sayısında aday puan barajı ile sınırlanmaksızın mülakata katılmaya hak kazanacaktır.
Mülakat
         2802 Sayılı Kanunun 9/A maddesinde mülakatın yapılış şekli düzenlenmiştir. Yazılı sınavdan başarılı olarak mülakata katılmaya hak kazanan adaylar, söz konusu mülakatı başarıyla geçmek zorundadır. 
Mülakat kurulu 9/A maddesi uyarınca;  Adalet  Bakanlığı  Müsteşarı  veya  görevlendireceği  Müsteşar  Yardımcısı  başkanlığında,  Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve Personel Genel Müdürleri ile Türkiye Adalet Akademisi Yönetim Kurulunun her sınav için kendi üyeleri arasından belirleyeceği iki üye olmak üzere toplam yedi üyeden oluşmaktadır.
Mülakatta aday adayının;
1) Muhakeme gücü, 
2) Kavrama özetleme ve ifade yeteneği, 
3) Genel ve fizikî görünümü, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğunun ve liyakati, 
4) Yetenek ve kültürü, 
5) Çağdaş bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı gibi hususlar puan vermek suretiyle değerlendirilmektedir. Bu hususlar her biri 20 puan olmak üzere değerlendirilir ve kurulun her bir üyesi tarafından verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Mülakatta başarılı sayılmak için, üyelerin yüz tam puan üzerinden verdikleri notların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması şartı aranmaktadır.
Değerlendirme
         Mülakat sonrası, yazılı sınav puanının %70’i ve mülakat puanının %30’u alınarak bir puan belirlemesi yapılır ve aday adayları puanlarına göre sıralanır. En çok puan alandan başlamak üzere hazırlanan nihai başarı listesinde, açıklanan kadro kadar aday adayı, başarılı kabul edilerek hakimlik / savcılık stajına başlamaya hak kazanır.
Adaylık Süresi (Staj)
         Adaylık süresi ve eğitim 2802 Sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre adaylık süresi, 23.7.2003 tarihli ve 4954 sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanunu hükümlerine tâbidir. Stajın yapılması, Adli Yargı Hakim ve Savcı Adayları ile İdari Yargı Hakim Adaylarının Staj Dönemi ile Staj Mahkemelerine İlişkin Yönetmelik hükümlerine tabidir.
Eğitim Sonunda Yapılacak Yazılı Sınav
         Yukarıda açıkladığım süreci başarı ile tamamlayan hakim, savcı adayı Adli Yargı Hakim ve Savcı Adayları ile İdari Yargı Hakim Adaylarının Eğitimleri Sonunda Yapılacak Yazılı Sınavın Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik uyarınca sınava tabi tutulurlar. Yönetmeliğin 9 uncu maddesi uyarınca söz konusu yazılı sınav, meslek  öncesi  eğitimin  hazırlık  ve  son  eğitim  dönemlerinde adaylara öğretilen  konuları  kapsamaktadır.
Eğitim Sonunda Yapılacak Sözlü Sınav
         Adli Yargı Hakim ve Savcı Adayları ile İdari Yargı Hakim Adaylarının Eğitimleri Sonunda Yapılacak Yazılı Sınavın Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik uyarınca Adli Yargı Hakim ve Savcı Adayları ile İdari Yargı Hakim Adaylarının Eğitimleri Sonunda Yapılacak Yazılı Sınavın Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik 19 ve devamı maddeleri hükümlerince süreci başarıyla tamamlayan bireyler sözlü sınava tabi tutulmaktadır. Yönetmelik 20/C maddesi uyarınca sözlü  sınav;
1) Eğitim  konularına  ilişkin  bilgi  düzeyi,  mevzuat  ve içtihat  bilgisi,
2) Mesleki  yeterliliği,  hukuki  meseleleri  kavrama,  çözme ve ifade etme yeteneği,
3) Özgüveni,  temsil  kabiliyeti  ve davranışlarının  mesleğe  uygunluğu,konularını kapsamaktadır.
         Eğitim sonunda yapılacak yazılı sınav puanının %60 ı ve sözlü sınav puanının %40 ı alınarak değerlendirilen aday 70 puanın üzerinde sonuca sahip ise başarılı kabul edilecektir ve hakimlik, savcılık mesleği için bir engelinin bulunmaması halinde ataması yapılarak mesleğe başlayacaklardır.