10 Ekim 2017 Salı

Vize için gidenlere bu kağıt veriliyor

Dün bayram nedeniyle kapalı olan ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu bugün açıldı. Vize randevusu olanlar içeri alınmazken, bu kişilere bir mesaj kağıdı veriliyor.

 Dün 'Kristof Kolomb Günü' nedeniyle kapalı olan İstanbul Konsolosluğu bugün açıldı. ABD'nin Türkiye vatandaşlarının vize başvurularını askıya alması nedeniyle daha önceden randevu alıp gelenler içeri alınmadı.
Gelenlerin arasında yer alan ve ABD'den konser için davet alan Hatay Medeniyetler Korosu üyeleri de kapıdan çevrildi. Koro üyeleri ellerine verilen ve iletişim bilgilerinin yer aldığı mesaj kağıdıyla dönmek durumunda kaldı.

MURAT ALTINDERE

3 Ekim 2017 Salı

Garantinin yarısı kadar araç geçmedi

KARAYOLLARI Genel Müdürlüğü, CHP İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel'in Başbakanlık İletişim Merkezi'ne (BİMER) başvurusu üzerine Osmangazi Köprüsü ve bağlantı yollarının 13 aylık verilerini açıkladı.

 11 Temmuz 2016'da ücretli geçişe açılan köprüyü, Temmuz 2017 sonuna kadar 7 milyon 662 bin 105 otomobil eşdeğeri araç kullandı. Köprü ve bağlantı yollarının 2016 geliri, 194 milyon 776 bin 117 lira oldu. CHP'li Adıgüzel, yap-işlet-devret projesinde 12 aylık bilançonun, garanti edilen 14 milyon 600 bin otomobil eşdeğeri geçişin yarısını bile bulmadığını belirterek, 8 milyon araçlık maliyetin Hazine'den karşılanacağını belirtti.

YILLIK HESAPLANIYOR

Osmangazi Köprüsü'nde geçiş ücreti otomobil, kamyonet ve minibüsler için 65 lira 65 kuruş, ikinci sınıf minibüs, kamyonet ve otobüsler için 105 lira 5 kuruş, üçüncü sınıf otobüsler için 124 lira 70 kuruş, dördüncü sınıf kamyonlar için 165 lira 40 kuruş, beşinci sınıf kamyonlar için 208 lira 75 kuruş ve motosikletler için 45 lira 95 kuruş olarak uygulanıyor. Köprü ve bağlantı yollarını işleten şirketlere devletin araç garantisi ise otomobil geçişine eşdeğer ücret üzerinden hesaplanıyor. Karayolları, BİMER aracılığıyla "Sözleşmeye göre 'köprü ve otoyoldaki tüm gişelerden elde edilen gelirlerin toplamı, garanti edilen araç sayılarına karşılık hesaplanan gelirden düşük olması halinde aradaki fark genel bütçeden görevli şirkete ödenecektir' maddesi gereğince senede bir defa ödenmektedir" bilgisini verdi.
MURAT ALTINDERE

6 AYDA 194 MİLYON LİRA

Verilen bilgiye göre, Osmangazi Köprüsü'nden Temmuz 2016'da 1 milyon 502 bin 420 ücretsiz, 312 bin 607 ücretli, Ağustos 2016'da 482 bin 222, Eylül 2016'da 476 bin 567, Ekim 2016'da 302 bin 86, Kasım 2016'da 278 bin 743, Aralık 2016'da 271 bin 671, Ocak 2017'de 380 bin 814, Şubat 2017'de 408 bin 856, Mart 2017'de 483 bin 885, Nisan 2017'de 546 bin 444, Mayıs 2017'de 649 bin 327, Haziran 2017'de 698 bin 352 ve Temmuz 2017'de 868 bin 111 otomobil eşdeğeri araç geçti. Buna göre köprü ve bağlantı yollarını 13 ayda 7 milyon 662 bin 105 otomobil eşdeğeri araç kullandı. 2016'da 6 aylık dönemde elde edilen gelir 194 milyon 776 bin 117 lira oldu.

CHP'li Adıgüzel, köprüden otomobil eşdeğeri araç garantisinin günlük 40 bin, yıllık 14 milyon 600 bin olduğunu, ancak 12 ayda ücretli araç sayısının 6 milyon 159 bin 685'te kaldığını vurguladı. Adıgüzel, "Geçmeyen 8 milyondan fazla aracın parası yine vatandaşın cebinden çıkacak. Yani, vatandaş talep etmediği hizmetin bedelini cebinden ödeyecek" dedi.

26 Eylül 2017 Salı

Adli sicil ve arşiv kaydı nasıl silinir? İşte tüm bilinmesi gerekenler...

5237 sayılı TCK’nun kabulüyle 765 sayılı TCK’nundan farklı bir yaptırım rejimi benimsenmiş, benimsenen bu sisteme göre belli bir suçtan mahkûmiyete bağlı olarak kişiyi ömür boyu belli haklardan yoksun bırakma yaptırımı terk edilmiştir.



5237 sayılı TCK’nun 53. maddesindeki düzenlemeye göre tüm hak yoksunlukları cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması ile ortadan kalkmaktadır. Bir mahkûmiyete bağlı hak yoksunluklarının mahkûm olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörülmüştür. Bu nedenle sadece hak yoksunluğu doğuran kesinleşmiş fakat infaz edilmemiş mahkûmiyet karar özetleri adlisicile kaydedilmektedir. Nitekim, 5352 sayılı Adli Sicil Kanuna göre, sadece kesinleşmiş mahkûmiyet hükümleri adli sicile kaydedilmektedir. Cezanın infazının tamamlanması, zamanaşımı ve genel af hallerinde adli sicildeki sabıka kaydı silinmektedir.

5352 sayılı Adli Sicil Kanuna göre, arşiv bilgileri ise, ilgilinin ölümü, kaydın girildiği tarihten 80 yıl geçmesi halinde ya da mahkeme kararı ile silinebileceği düzenlenmiş idi. Anayasa Mahkemesi; 5352 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (1) numaralı “Arşiv bilgileri, ilgilinin ölümü üzerine ve her halde kaydın girildiği tarihten itibaren seksen yılın geçmesiyle tamamen silinir.” fıkrasını 20.01.2011 tarih ve 2008/44 Esas, 2011/21 Sayılı Karar ile iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi aynı kararında, Anayasa’nın 76. maddesi ile özel kanunlarda yer alan bazı suçlara ilişkin mahkûmiyet kayıtlarını silinme kapsamı dışında tutulması ile ilgili hükmü ise, “İtiraz konusu kural, 5352 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden önce işlenmiş suçlara ilişkin mahkûmiyet kararlarının adli sicil ve arşivden silinmesini mümkün hale getirirken, Anayasa’nın 76. maddesi ile özel kanunlarda yer alan bazı suçlara ilişkin mahkumiyet kayıtlarını kapsam dışında tutmuştur. 5352 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (1) numaralı fıkrasına ilişkin gerekçelerle, itiraz konusu Geçici 2. maddenin (1) numaralı fıkrasının “Anayasanın 76 ncı maddesi ile özel kanun hükümleri saklıdır.” biçimindeki son cümlesi ve (2) numaralı fıkrasının “… Anayasanın 76 ncı maddesi ve özel kanunlarda sayılan suç ve mahkûmiyetler dışındaki kayıtlar için …” bölümü Anayasa’nın 2, 5 ve 17. maddelerine aykırı...”  olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 20.01.2011 tarih ve 2008/44 Esas, 2011/21 Sayılı Kararı Resmi Gazetenin 14 Nisan 2011 tarih ve 27905 sayılı nüshasında yayınlanmış olup, bu karar doğrultusunda TBMM tarafından çıkarılan ve 11.04.2012 tarihli Resmi Gazetede Yayımlanan 6290 sayılı Adli Sicil Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun kabul edilmiştir.

5352 sayılı Adli Sicil Kanununda yapılan yeni düzenlemeye göre:

Adlî Sicildeki Bilgiler;

Cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması,

Ceza mahkûmiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran şikâyetten vazgeçme veya etkin pişmanlık,

Ceza zamanaşımının dolması,

Genel af, halinde Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek, arşiv kaydına alınır.

Adlî sicil bilgileri, ilgilinin ölümü üzerine tamamen silinir.

Türk vatandaşları hakkında yabancı mahkemelerce verilmiş olup adlî sicile kaydedilen hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûmiyet hükümleri, kesinleştiği tarihten itibaren mahkûmiyet kararında belirtilen sürenin geçmesiyle, Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce adlî sicil kayıtlarından çıkartılarak arşiv kaydına alınır.

Adlî para cezasına mahkûmiyet hükümleri ile cezanın ertelenmesine ilişkin hükümler, adlî sicil kaydına alınmadan doğrudan arşive kaydedilir.

18 Eylül 2017 Pazartesi

BARO BAŞKANLARINDAN AYM'YE 'VEKALET ÜCRETİ' ZİYARETİ

Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Antalya Barosu Başkanı Polat Balkan, Adana Barosu Başkanı Veli Küçük ve Aydın Barosu Başkanı Gökhan Bozkurt,  karşı taraf vekalet ücretine ilişkin iptal başvurusunu görüşmeye hazırlanan Anayasa Mahkemesi'nin başkanı Zühtü Arslan'ı makamında ziyaret etti.

Baro başkanları, Prof. Dr. Zühtü Arslan'a, avukatların yasal hakkı olan karşı taraf vekalet ücretiyle ilgili Anayasa Mahkemesi'nin gündeminde bulunan iptal başvurusuna ilişkin meslektaşlarının ve baroların hassasiyetlerini ve taleplerini aktardılar.

Ziyaret hakkında bilgi veren Ankara Barosu Başkanı Canduran, Avukatlık Kanunu'nun 164. maddesinin son fıkrasında yer alan "dava sonunda kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir" şeklindeki hükmün Söke Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi'ne taşındığını anımsattı.

MURAT ALTINDERE

14 Eylül 2017 Perşembe

HAPİSHANENİN DOĞUŞU



Suçlular “suçlu” sıfatına doğuştan sahip değillerdir. Herkes gibi eşit doğarlar, fakat aldıkları hatalı-eksik eğitimle, çevrelerinin etkisiyle kötü insanlar olurlar ve suça eğilim gösterirler. Bu yüzden suçlular öldürülmemeli, iyileştirilerek topluma kazandırılmalılardı. Hapishane sistemi işte tam da bunu gerçekleştirmeyi amaçlamaktaydı.

Hapishane sistemi suçluları tamamen ıslah etmeyi amaçladığı için, suçlunun tüm kötü alışkanlıklarını, tüm kötü davranışlarını öğreniyor ve hepsini düzeltmeye çalışıyordu. Peki, hapishane sistemi tüm bunları nasıl yapmaktadır ve gerçekten başarılı olabilmekte midir?

Suçlu aynı zamanda “tehlikeli birey” olarak görülmekteydi. Hapishaneler bu yüzden onu toplumdan dışlayarak ıslah etmek için gözetim altında tutmaktadır.

Suçluyu toplumdan ayırmak ve onu eğitmek, yani insana yönelik bir eğitim sistemi doğanın isteğine karşı hareket etmek gibi bir amaca sahip olabilir mi?

Suçluları toplumdan ayırıp bir yerde birleştirmek ilerideki suç ortaklıklarına zemin hazırlamaz mı?

Suçlunun ailesi dolaylı yoldan (aileyi geçindiren bireyin hapishaneye girmesi, ailesinin gelir kaynağının olmaması) suça itilmez mi?

Hapishane suçluyu haftanın altı günü çalıştırır, geri kalan bir günü de suçluyu ahlâkî yönden eğitir.

Suçlu iktidara “ucuz işgücü” sağlamış olmaz mı?

Suçlunun girişimciler tarafından satılıp imalatçılar tarafından alınması yani suçluların köleleştirilmesi ahlâklı mıdır?

Hapishane suçluyu devamlı gözetim altında tutarak onda “iktidar” düşüncesi oluşturmaya çalışmaktadır.

Bu iktidar düşüncesi suçlunun düşüncesine "ezen-ezilen" karşıtlığı olarak girmez mi?

Bu iktidar düşüncesi koğuşlarda suçluların birbirleri üzerinde "iktidar" oluşturmalarına sebep olmaz mı?

     Suçlunun hapisten çıktıktan sonra yeni suçlar işlememesi için ona iş öğretiliyordu. Suçluya çalışmasının karşılığı olarak “ödül (para)” veriliyordu. Bu ödülle suçluda “mülkiyete saygı” ve daha çok çalışıp daha çok kazanma “hırsı” oluşturulmak isteniyordu.

   Suçluların hapishaneden çıktıktan sonra iş bulamamaları; “suçlu pasaportu”  bulunan kimsenin işverenler tarafından tercih edilmemesi suçluyu tekrar suça teşvik etmez mi?

  Suçluların ıslah edildiğine karar verme görevi hapishanenin kendisine düşüyordu. En çok da gardiyanlara. Gardiyanlar hapishanelere denetimi sağlamak için gelen müfettişlere suçlu hakkında bilgi veriyordu. Bu da suçlunun ıslah edilmişlik düzeyini belirliyordu. Suçlunun ıslah edilmişlik düzeyi, hapis cezasının süresini artırabiliyor, azaltabiliyordu.

      Hapishane yönetimindeki bu görev keyfi uygulamalara sebep olmaz mı?

      Görüldüğü gibi hapishane sistemi birçok sorun yaratmaktadır. “Hapishane tasarruf edilmesi olanaksız ve nefret verici bir kurumdur.” Buna rağmen hapishanenin kabul görmesi, ona benzeyen kurumların devam etmesi (okullar, hastaneler, atölyeler, ordu gibi) sayesinde olmuştur.

     Suç tarih boyunca gelişmenin bir parçası olmuştur. Galileo Dünya’nın yuvarlak olduğunu söylerken suç işlemişti. Bugün “iyi” dediğimiz (yasal bulduğumuz, normal gördüğümüz) burjuva iktidarı, dün hükümranın yasalarına uymayan görüşlere sahip olduğu için “kötü”ydü ve yasal olmayan şekilde hükümranlığa son vermişti. Belki de bugün yasal olarak görmediğimiz düşüncelere sahip “kötü” diye nitelendirdiğimiz bazı insanlar yarın “iyi” bir düzeni kuracaklar. Bu durumda bugün yasal olmayanı “kötü” diye nitelendirip onu cezaya tabi tutmak ne kadar ilericidir?

Hapishane Sisteminin Toplumsallaşması

Bir şölen olarak cezalandırmadan hapishanede ıslah etmeye yönelik kırılma, daha sonra hapishane dışındakilerin de gözetlenmesiyle sonuçlanmıştır. Burada hapishaneler, bir nevi laboratuar işlevi görmüştür.

Hapishanelerdeki gözetleme pratiklerinin mimarî biçimi, daha sonra toplumsal bir nitelik de kazanan panoptikon tarzı gözetlemede ifadesini bulmaktadır. Aşağıdaki resimden de anlaşılabileceği üzere panoptikon, merkezî bir noktada konuşlandırılan bir gözetleme kulesi ve bu kulenin etrafında kümelenen yaşamlar olarak kısaca ifade edilebilir. Panoptik gözetlemenin esprisi, gözetleme kulesinde yaşamları gözetleyenlerin kendilerinin gözetlenenlerce görünmemesi ancak gözetlenenlerin kendilerini gözetleyenleri görmemelerine rağmen yani o an gözetlenip gözetlenmediklerini bilmemelerine rağmen genel olarak gözetlendiklerini bilmeleri nedeniyle davranışlarında norma uygun davranmalarının sağlanması olarak ortaya çıkar.



Toplumun tamamı üzerinde hapishaneyi andıran bir gözetleme pratiğinin sergilenmesi, esas olarak, toplumun tehlikeli bireylerden korunması gerekçesiyle temellendirilmiş bunun ardında yatan asıl neden ise genel bir güvenliğin sağlanması kaygısı olmuştur. Burada da söz konusu olan, mimari bir biçim olan panoptikonun idari ve yönetimsel bir strateji haline gelmesidir.

Gündelik yaşamımızda dört duvar arasında olmaktan ibaret kalmayan hapsedilişimiz, Foucault'ya göre, polis erkinin gözetleyici ve denetleyici pratikleri vesilesiyle gerçekleşmektedir.

Polis bu denetlemeyi ve gözetlemeyi, bir yandan, hapishaneyi kendi muhbirleri için bir eğitim kurumu gibi kullanarak yapmaktadır. Hapisten çıkan suçluları muhbir, hafiye, tahrikçi olarak kullanmaktadır. Mesela 19. yy.’da hoşgörü evlerini ele alalım. Polis genelevlere karşı çıkmış, fahişeleri hoşgörü evlerine kapatmaya çalışmıştır. Bunu muhbirleri aracılığıyla gerçekleştirmiş; hoşgörü evleri sayesinde denetimi ve kârı sağlamıştır. Yani polis iktidarın yasadışılıkları sömürmek ve yönetmek için kullandığı araç olmuştur.

Polisin gözetlemek ve denetlemek için mahkûmları kullanışı siyaset alanında da olmaktadır. Mahkûmlar aracılığıyla, siyasal partiler ve işçi birliklerinde propaganda çekirdekleri kurmakta, grevcilere ve ayaklananlara karşı çeteler oluşturmakta, yani bir alt polis örgütü kurmaktadır. İktidar grevlerde ve ayaklanmalarda mahkûmları kullanarak “işte bu insanlar bu grevleri sürdürenler, başlatanlar” diyerek toplum karşısında kendisini haklı çıkarmaya çalışmaktadır.

İktidar polis aracılığıyla diğer bir yandan da kendi çıkarlarına ters düşenleri tespit ettirmekte ve cezalandırmaktadır. İktidar grev yapan işçileri kamu hukuku suçları kapsamında cezalandırmakta ve çoğu zaman işçileri hırsızlardan daha kötü muamelelere maruz bırakmaktadır. Bu kamu suçlularını diğer suçlularla eş tutmakta, diğer suçlularla aynı ortamı paylaştırmaktadır. Aynı şeyi siyasi suçlular konusunda da yapmaktadır. Bir gazeteciyi bir katil ile aynı koğuşa koymaktadır.  Hapishane dışarısındaki muhaliflerini de bu uygulamalarla korkutarak yok etmeye, bastırmaya çalışmaktadır.


Tüm bunların yanı sıra, “tehlikeli birey” üretim makineleri olarak da çalışan hapishanelerde “yetişen” suçlular toplum içine tekrar salındığında, popüler ve kulağa hoş gelen ifadeyle “topluma kazandırıldıklarında” polisin bu “tehlike”ye karşı varlığının meşrulaştırılması da söz konusu olabilmiştir. Bir tehlikeli mi var; olsun, polis burada! Bir deli mi var; olsun, polis onun işini bitirecektir! Bir hasta mı var; olsun, polis onu hekime götürecek ve bizleri koruyacaktır! Tüm bu meşrulaştırıcı söylemler, aynı zamanda, normalleştirici bir yönetimsel aklın göstergeleridir: 

“Korunmaya ihtiyacınız var ve biz sizi koruyoruz. Ve, size bir ‘iyi-yaşam’ sunuyoruz; buyrun yaşayın!”

13 Eylül 2017 Çarşamba

'Hukuk fakültesi sayısındaki artış önemli riskler doğurdu'


Yargıtay Başkanı Cirit, Adli Yıl Açılış Töreni'ndeki konuşmasında, "Hukuk fakültelerinin sayısında, son yıllarda yaşanan olağanüstü artış, hukuk sistemimiz bakımından önemli riskler doğurmuştur. Bu risklerin en büyüğü, yetersiz hukuk eğitimi alan kişilerin hakim ve cumhuriyet savcısı olmasıdır. Temel hukuk eğitiminin yetersiz olması, meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerin verimini de düşürmektedir. Bu durum, hatalı karar sayısını artırarak, adli hizmetlerin kalitesinin düşmesine neden olmaktadır" dedi.

Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, dün, 2017-2018 Adli Yılı Açılış Töreni'nde konuştu.
MURAT ALTINDERE

"İYİ HUKUKÇULAR YETİŞTİREMEZSEK..."

Genel eğitim ve hukuk eğitimindeki yetersizliklerin, adli hizmetlerin kalitesini olumsuz etkilediğini dile getiren Cirit, "Bir hukukçunun insan hakları, insan sevgisi, demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerlerine sıkı sıkıya bağlı kalarak, objektif olması, analitik düşünmesi, sorgulama yeteneğinin bulunması, olayları kuşkuyla süzebilmesi gerekir. Bu niteliklerin, temel eğitim aşamasında bireylere kazandırılması zorunluluktur. Aksi halde hukuk eğitimi ne kadar iyi verilirse verilsin arzulanan ölçüde, kaliteli ve iyi hukukçuların yetişmesi mümkün olmayacaktır. Düşünmeyen, sorgulamayan, araştırmayan, ezbere dayalı bir temel eğitim üzerine iyi bir hukuk yönetimi inşa etmemiz mümkün değildir. Kaliteli hukuk sistemi için iyi uygulamacılara ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. İyi hukukçular yetiştiremezsek hangi sistemi getirirsek getirelim, başarılı sonuçlar elde edemeyeceğimizin farkında olmamız gerekir" diye konuştu.

"RİSKLERİN EN BÜYÜĞÜ, YETERSİZ EĞİTİM ALAN KİŞİLERİN HAKİM VE CUMHURİYET SAVCISI OLMASI"

Hukuk fakültelerinin sayısındaki artışa da değinen Yargıtay Başkanı Cirit, şöyle devam etti: "Adli hizmetlerin kalitesinin sağlanması bakımından önemli bir faktör de etkili bir hukuk eğitimidir. Lisans, lisansüstü, doktora eğitimlerinin yanında meslek öncesi, meslek içi eğitimin belli bir standardın ve kalitenin üzerinde olması gerekir. Hukuk fakültelerinin sayısında, son yıllarda yaşanan olağanüstü artış, kanaatimce 85 hukuk fakültesi ve bir kısmı da beklemekte, hukuk sistemimiz bakımından önemli riskler doğurmuştur. Bu risklerin en büyüğü, yetersiz hukuk eğitimi alan kişilerin hakim ve cumhuriyet savcısı olmasıdır. Temel hukuk eğitiminin yetersiz olması, meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerin verimini de düşürmektedir. Bu durum, hatalı karar sayısını artırarak, adli hizmetlerin kalitesinin düşmesine neden olmaktadır. Önerimiz olarak, hukuk fakültelerinin lisans eğitiminin 5 yıl olması, birinci sınıflarda hukuk sosyolojisi, hukuk tarihi, hukuk felsefesi, Türkçe dil bilgisi derslerinin zorunlu olarak okutulmasının hukuk eğitiminin kalitesini artırması bakımından yararlı olacağını düşünmekteyiz"

5 Eylül 2017 Salı

Avukat, vekalet ücretine karşılık, müvekkilinin icra dosya alacağını temlik alabilir mi?






MURAT ALTINDERE
Bu soruya, temlik edilmek istenen icra dosyasında avukatın vekil olup olmadığına göre cevap vermek gerekecektir. Şöyle ki; 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 47. maddesi, “Çekişmeli hakları edinme yasağı” başlıklı olup, madde metnine göre “Avukat, el koyduğu işlere ait çekişmeli hakları edinmekten veya bunların edinilmesine aracılıktan yasaklıdır. Bu yasak, işin sona ermesinden itibaren bir yıl sürer. “ Avukatlık Kanunu’un 164. madddesinin 3. fıkrasında yer alan , “…dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.” hükmü gereği, ayrıca avukatın, dava sonucuna katılma yasağı da bulunmaktadır. Sonuç olarak; eğer avukat, temlik edilmek istenen icra dosyasında vekil ise, işin sona ermesinden bir yıl geçmedikçe, çekişmeli hakları edinme yasağı uyarınca, icra dosya alacağını temlik alamayacaktır. Vekalet ücreti karşılığı temlik edilmek istenen icra dosyasında, avukatın vekil olmaması halinde ise, vekalet ücretine karşılık müvekkilinin icra dosya alacağını temlik almasında herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır.

MURAT ALTINDERE